Tarihten Hikayeler
Onu Allah sorar
Koca Ragıp Paşa’nın konağında bir Ramazan orucundan konuşuyorlardı.
Paşa Haşmet’e sordu:
– Haşmet! Senin de borcun var mı?
– Var efendim!
– Ne kadar?
– Mahalle bakkalına bin kuruş borcum var!
Ragıp Paşa;
– Be adam! Onu sormuyorum. Oruç borcunu soruyorum deyince Haşmet şöyle der:
– Oruç borcunu Allah sorar, sizin soracağınız borç bu borçtur.!
Para
vermeyenler var mı?
Abdülhamid zamanında Ayasofya Camii’nde vazeden Of’lu Tavilzade İbrahim Hoca
çok şöhret kazanmıştı. Fakat bir huyu vardı ki fena tesir bırakıyordu: Vaazın
sonunda mendil açıyor: Dinleyenlere : “Sökülün bakalım” diyordu.
Hocanın bu hali sarayın kulağına gitti. Abdülhamid mabeyincilerden birine emir
vererek camiye yolladı. Mabeyinci vaazı dinledi. Hoca mendili açıp parayı
topladıktan sonra yanına giderek konuştu: Padişahın selamlarını ve iradelerini
tebliğ edeceğim.
– Buyurun efendim!
– Her mendil açışta ne kadar para topluyorsunuz?
– Nihayet elli kuruş. Çoğu metelik atıyor.
– Demek ki ayda on beş lira. İşte bunun iki misli olarak otuz lira veriyorum. İrade-i
seniye gereğince bir daha mendil açmayın.
Ertesi günden sonra hoca bir daha mendil açmaz. Kimse de çıkarıp kendiliğinden
on para vermez. Nihayet kadir gecesi gelir. Hoca duayı yapar. Halk kalkıp
gideceği sırada hoca bağırır. “Durunuz ey cemaat, sizden bir sualim var.
Bana yüksek bir yerden mendil açmayayım diye irade tebliğ edildi. Fakat
görüyorum ki sizin hiç birinizde hocaya bir kuruş verelim diye
davranmıyorsunuz. Merak ettim, acaba size de “Sakın hocaya bir şey vermeyin!”
diye bir emir verildi mi?
Kahve getirin
Kazasker Mollacıkzade Ataullah efendi çok tiryaki idi. Bir gün Babıali’de arz
odasında toplanan mecliste kestirdiği hafif bir şekerlemeden uyanınca kendisini
tiryakilerle dolu olan konağında sanarak “Kahve getirin” diye el çırptı.
Meclistekiler hayretle birbirlerine bakarken Kaymakam Şakir Ahmet Efendi paşa.
“ Artık konuşmaktan yorulduk, bir kahve içecek kadar teneffüs edelim” diyerek
mollayı utancından kurtarmaya çalıştı.
Kardeş
payı
Fatih Sultan Mehmet bir gün saraydan çıkıp ata bineceği sırada bir kalender bir
kase uzatıp para istedi. Padişah, bir altın verdi. Derviş, “Padişahım ben senin
kardeşin olayımda bir altın veresin. İnsaf uyar mı?” dedi. Fatih “Neden benim
kardeşim oluyorsun?” diye sordu. Kalender “Adem evladı değil miyiz?” deyince
Padişah “Hele şu altını al git. Eğer öteki kardeşlerimiz duyacak olursa hissene
bu kadar da düşmez“ cevabını verdi.
Uğursuz
kim?
Osmanlı padişahlarından “Avcı” lakabıyle meşhur Dördüncü Mehmet Edirne’de bir
gün, çıktığı geyik avında bir şey vuramamasını uğursuz bir adam görmesine
bağladı. Düşünüp taşındı. Bu uğrusuzluğun saraydan çıkarken gördüğü, derviş
kıyafetli bir adamdan geldiğine karar verdi. Kısa boylu, uzun saçlı aksak
yürüyüşlü üstü dökülen bu dervişin bulunmasını emretti. Adamcağız bulunup
Padişah’ın karşısına getirildi. Padişah hiddetle bağırdı:
-“Seni uğursuz herif seni, bu sabah erkenden çıkınca ilk defa seni gördüm.
Senin yüzünden bir keklik bile vuramadım Gel cellat başı bu mihnetsiz adamı al,
as.”
Kellesinin gideceğini gören derviş:
“Uğursuzluğum yüzünden” dedi, “Asılıyorum. Yalnız ölüme giden
bir adamın son sözünü dinlemek lazımdır, benim de iki şey söylememe izin verir
misiniz?”
Hala hiddeti üstünde olan Padişah
-Peki ne söyleyeceksen çabuk söyle.
Derviş:
– Zatı şahanenizde bu sabah ilk defa bu kulunuzu gördüğünüz için benim
uğursuzluğum yüzünden bir keklik kaybettiniz. Ama bu kulunuz da bu sabah ilk
defa zatı şahanenizi gördüm, ben de bu yüzden kellemi kaybediyorum. İnsaf ile
düşününüz hangimiz daha uğursuz?